12.23.2010

Gelelim EN güzel kısıma !!! YENI YIL TATLARI

Burada Noel ve yeni yılda insanların daha da çok fazla tüketmeleri için markalar adete birbireriyle yarışıyorlar ☺
Eee benim gibi meraklı tüketiciler için bu bir lezzet şöleni tabiki de !!. İşte bu sene keşfettiğim yeni tatlar :

Lindt'in Şam fıstıklı ve Portakallı Çikolatası. Bence Fıstıkların kalitesi daha iyi olabilirdi... ama yine de denemeye değer.



Yine Lindt'in Yeni Yıl için çıkardığı Karamel ve Tuzlu çikolata :) Güzelll...



Oh...benim en sevdiğim bisküviler.. Sabah Kahveyle muhteşem oluyor :)

Noel ve Yeni Yıl Izlenimleri - 4

Ayrıca burada her sene Montreux’de Noel pazarı düzenleniyor. Her sene ayni satıcıla olduğu için ben bu sene biraz baydım ama gene de gitmeye değer bir olay. Bu tip pazarlarda benim en sevdiğim olay dilek ağaçları. Insanların neler dilediğini okumak ve kendim için dileklerde bulunmak çok ama çok eğlenceli. İşte bir kaç dilek örneği:





Noel ve Yeni Yıl Izlenimleri - 3

Aralığın ortasına doğru burada her evde ( genelde hristiyan ailelerin çoğunluğunda) Hz. Isa’nin doğumunu anlatan « crèche (kreş) de Noel » yapılıyor. Benim için yeni olan bu geleneği görmek ve anlamak için bir kaç arkadaşım beni evlerine davet etti ve hep birlikte crèche de Noel yaptık. Anladığım ve gördüğüm kadarıyla, her aile kendi istediği tarz ve şekilde kreşleri yapıyor. Işte ben ve arkadaşımın yapmış olduğu kreş :






Noel ve Yeni Yıl Izlenimleri - 2

Aralığın başında Arnaud bana "Calendrier de l’Avent" hediye etti. Bu küçük çocukların Noel gününü yani 24 Aralığı beklemeleri için yapılmış olan bir takvim. Takvimin üzerinde Aralığın 1den başlayıp 24 üne kadar olan minik penceler var ve her pencere içinde de bir çikolata saklı ☺ Ho hoho şu ana kadar tam tamına 23 çikolata yemiş bulunuyorum ☺ en büyük çikolata yarin hiihih

İşte benim Noel Takvimim :

Noel ve Yeni Yıl Izlenimleri

myspace layouts

myspace layouts




Kasim sonu burada Noel ve Yeni yıl için hazırlıklar başlar… İnsanlar yavaş yavaş yeni yıl ağaçlarını süslemeye, evlerini dekore etmeye başlarlar. Biz de ofiste yeni yıl ağacımızı dekore edip altına bir sürü hediye koyduk.


Ben geldiiiiimm




Neredeyse tam 6 aydır bloguma yazı yazmıyorum, yazamıyorum… Bu geçen 6 ay boyunca hayatımda çok ama çok şey değişti. Tam Lozan’dan ayrılıyorum derken staj yapma imkanına kavustum… hooop bir 6 daha burada kalma fırsatına erişmiş oldum… Artık Lozan’daki son 1 ayımın içindeyim. Buradan ayrılmak, buradaki aileme, sevdiklerime ve artık 2 vatanım sayılan Lozan’a elveda demek çok ama çok zor olacak. Istanbul’a döndüğümde beni neler bekliyor az buçuk kestiriyorum ama şu bir gerçek ki herşey benim için yeni bir başlangıç olacak.
Yeni yıla girmemize çok az bir zaman kaldi… Bu 6 ay boyunca yazamadığım bir sürü olayı ve anıyı burada uzun uzun anlatmak imkansız. Artık bundan sonra blogumda uzun yazılar yerine fotograflara ayıracağım. Ben uzun yazı adamı değilim bunu anladım ☺

7.20.2010

Montreux Jazz Festivali





Sonunda Montreux’de her sene yapılan dünyaca ünlü jazz festivaline gitme şansına eriştim ☺ Yazın lozan’da kalıp kalamayacağım belli olmadığı için önceden bilet alamadım ve bende arkadaşlarımla Festival Off yani ücretsiz konserlere katıldım.
Gerçekten de Isviçre’de Lozan çevresinde gördüğüm en büyük ve bol bol zaman geçirilecek bir festival bu jazz festivali. Yazın Isviçre’de zaman geçmez diye düşünüyordum ama yanılmışım. Montreux jazz festivaliyle başlayan ve Cenevre, Lozan, Nyon’da süren bir çok festival yaz boyunca müzik severlerle buluşuyor. Özellikle de Lozan’da düzenlenen Fete de la Cité cok ama cok guzel bir organizasyon. Yolu yazın buralara düşenlere gerçekten de tavsiye ederim.

Gelelim Montreux jazz festivaline… Bizim Istanbul’daki organize edilen festivallerin aksine genelde Isvicre’de duzenlenen her festivalde herkesin uygun fiyatlarda hatta bedavaya izleyebilecegi bir çok aktivite oluyor. Hal bu olunca ben ve arkadaşlarım Montreux Jazz festivalinde ücretsiz olan bazı konserlere katıldık. Ilk izlediğimiz konser Isviçreli olan « The Raveners » adlı rock grubu. Super eğlenceli olan bu konserde deli gibi dans ettik ☺ Bu konser sonrasında ise sahneye Kolombiyalı “Herencia de Timbiquí” grubu çıktı ve bizi latin müziğiyle büyüledi. Gerçektende performansları çok güzel bir gruptu. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar durmadan deli gibi dans ettik.

Havadan yana da şansımız çok ama çok iyiydi. Bu yaz Lozan ve çevresinde yazı tam anlamıyla yaşadık. Hele yaz akşamlarını bu tip festivallerle zaman geçirmek gerçektende çok hoş oldu.
Festivallere akşam gittiğimiz için çok fazla foto çekemedim ama Montreux hakkında elimde bazı fotograflar var sizinle buradanda paylaşmak isterim…



7.19.2010

Yaz için 2 kitap önerim var !!

Gezdiğim, gördüğüm ve tattığım şeylerden bahsetmeden önce hemen size 2 tane kitap önerisinde bulunacağım.



Birincisi Marc Levy’den « Dostlarım & Aşklarım ». Benim okumaktan bıkmayacağım bir yazar olan Marc Levy bu kitabında eşlerinden ayrılmış olan iki arkadaşın Londra’da başlarından geçen aşklarından, hayatlarından ve maceralarından bahsediyor. Kolay okunan bu kitap bence yaz için güzel bir alternatif.




İkinci kitap ise Elizabeth Gilbert’den “Eat, Love & Pray”. Bu kitap son zamanlarda avrupa ve amerikada çok satılanlar listesinde yer alıyor. Hatta 2010 Ağustos ayında, Amerika’da Julia Roberts’ın baş rolünü oynadığı bir film olarak vizyona girecek ☺ film için ve kitap için ayrıntılı bilgi burada! Bence mutlaka ama mutlaka okunması gereken bir kitap!!

Uzun zaman oldu ama iyi oldu :)





Nerden başlasam neleri anlatsam…

Uzun zamandır kendimi toparlayıp yazmaya başlayamadım.. o kadar cok sey yasadım ve bırcok yer gezip gordüm ki… Neyi anlatsam nereden başlasam bilemiyorum…
Bu sene radikal bir karar alıp bütün yazımı ne olursa olsun Lozan’da geçireceğimi planlıyordum. Ta ki bundan 5 gun önce babam béni arayıp son dakika istanbul’a gelmeye ikna edene kadar. Iyi ki babamın lafını dinleyip son dakika Istanbul için bilet aldım ve kendimi Lozan’ın kavurucu sıcaklarından Istanbul’un sıcaklarına attım =)
Bu yaz artık Lozan’daki maceramın sonuna yaklaşıyorum ya da belki farklı bir dönemin başlangıcına giriyorum.. insanın yaşı ilerledikçe aldıkları kararları ciddileştikçe bir garip oluyor. Öğrencilik hayatımın şu son dönemlerinde yeni hayatım için kararlar almak, ailem ve özel hayatım arasında seçim yapmak beni çok zorluyor... ama bu sene kendi hayatım için radikal kararlar almak ve hayatıma yeni yönler vermek istiyorum ve umarım sonunda beni mutlu edecek, beni yeni yollara ve yeni deneyimlere götürecek olaylarla karşılaşırım..
Neyse ben lafı uzatmadan bu kaybolduğum arada neler yaptığımı anlatmak ve keşfettiğim yeni mekanlardan bahsetmek istiyorum...
Evettt... hazırsanız başlıyorummm....

4.25.2010

Jazz Manouche ( Gypsy Jazz) ve Cully jazz Festivali !




Bundan tam 4 sene önceydi… Cok yakın bir arkadaşım sayesinde Isvicre’de jazz muziğini keşfetmeye ve sevmeye başladım. Ilk başlarda jazzın klasiklerinden başladım ve bu ilgim online müzik paylaşım siteleri, gittiğim konserler sayesinde daha da gelişti. Belki bu ilgimin gelişmesinde en çok Isviçre’nin yardımı oldu.

4.12.2010

Italyan Ailem ve Paskalya Maceram





Bu paskalya tatilinde önemli bir karar alıp Istanbul'a dönmemeye karar verdim ve paskalyayı 2.ailem olan Italyanlarla geçirdim.

2010 Blog Ödülleri



:)
2010 Blog ödüllerinin "Gezi kategorisinde" amatör blogumla bende yer alıyorum. Ne kadar sansim olur, bu iş içinden nasıl çıkarım bilmiyorum ama şansımı denediğim ve yer aldığım için çok mutluyum! Şimdiden oy veren ve destekleyen herkese çok teşekkürler.

4.01.2010

Avrupalılara nasıl yogurdu sevdirdim :)




Klasik bir turk genci olarak tabi ki de yogurt benim icin vazgecilmezlerden biri. Yemeklerimi tatlandıran, anlamlandıran ( abartmayayım ama..) önemli besin kaynağı: yogurt!!

Lozan'a geldigimden beri bütün markaların yogurtlarını deneyip bizim agiz tadına yakın olanını bulmaya calisirken buzdolabında kucuk bır yogurt cennetti kurmus oldum :)

Benim italyan ve Ispanyol ev arkadaslarım ilk basta bana garip garip gözlerle bakıp: "aman tanrım o ne? Vanilyalı yogurdu makarnaylamı yiyorsun ığğğğğ" diye tepkiler vermislerdi.. Ta ki önlerinde hapur şupur bir tabak yogurtlu makarnayı bitirinceye kadar :) Kızlar o kadar özendiler ki "ee bir de biz deneyelim "demeden edemediler.
haha.. o gün bu gundur bizikiler yogurt delisi oldular..

Dün 3 kız yemek yerken şunu farkettik ki biz artık yogurtsuz yemek yiyemiyoruz :) Ispanyol arkadasim her gun yeni bir paket yogurt alıp bana bu muhtesem seyi tanıttığım için teşekkur ediyor.

Hatta gecen gün Ispanyol arkadaslarına yogurtlu makarna yemeği önerdiğinde herkes bir şok geçirmiş! Nasıl yani? Sen yogurdu tatli gibi değil de tuzlu gibi mi yiyorsun demişler :) O gün bu gündür benim kizlar yogurt delisi olup çıktılar.

Farklı kulturlerden insanlarla aynı evde yasayıp birbirimizin geleneklerini, yeme tarzlarını almamız süper eglenceli birsey. Bizim kızlar benim sayemde Turk mutfagının ana yemeklerini sevmeye hatta nohut pilav olayının muhteşem lezzetli birşey olduğunu söylemeya başladılar :)

Bakalım daha hangi yemekleri sevdireceğim onlara :)

3.28.2010

Çikolata festivali Fotografları





6. Versoix Çikolata Festivali!!!!!!




Hayatında çikolata sevmeyen çok az kişi vardır sanırım. Onu kim sevmez ki... mutlu anları tatlandıran, depresif zamanı anlamlandıran efsanevi yiyecek: ÇIKOLATA!!!

Gecenlerde Versoix'da ( Leman gölnn yakınlarında bir kasabada) 6.sı düzenlenecek olan ve degüstasyonun da yapılabileceği Çikolata festivali ilanını görünce içimden : "işte tam da aradığım buydu" dedim. Bütün cumartesi günümü bu muhteşem festivale ayırmak için düştüm yollara...

Bütün gün boyunca çikolatadan yapılan birçok şeyi tadacagim ve alacagim bu festivale giderken yolda kötü bir olaya tanıklık ettim..

3.26.2010

Paskalya zamani geliyor!!





Bu sene ilk defa paskalya tatilimi Lozan'da geçireceğim. Genelde bu zamana kadar önüme gecen bütün tatil fırsatlarını şans bilip Turkiye'ye döndüm ama bu sene hersey biraz farklı olacak.

Paskalya'yı ikinci ailem olan Italyan arkadasim ve ailesiyle gecirecegim. Onların kültürlerini, paskalya geleneklerini görmek ve Paskalya için neler yediklerini tatmak için sabırsızlıkla bekliyorum :)


Daha paskalyaya cok var yani nereden baksan 1 hafta var ama ben şimdiden arkaslarımdan bu gunlerde neler yapılır?? Ne yenir ne içilir diye sormaya başladım.

Peki paskalya nedir? Neden önemlidir? :) Hemen taze taze bilgilerimi sizlere aktarayım!

Paskalya hristiyanlar için çok önemli olan ve mart ayının sonu nisan'in başında kutlanır. Tam 3 gün boyunca Hz. Isa'nın çarmıha gerilmesi, ölmesi ve dirilmesinin kutlandığı öenmli dini gunlerdir. Genelde ilk günler italyan arkadasimin anlattigina göre kilisedeki Haçlar mor bir örtüyle kaplanır ve Isa'nın öldügü gun sayılan günde bu mor örtü açılır ve ayinler devam eder.

Açıkçası çok fazla bir bilgim olmadığı için size UzmanTv linkini tavsiye edeceğim.
Ben asil seremonilerin nasıl olacagina, neler yenilecegiyle ilgilendigim için size haftaya bayag bol bol anlatacaklarım olacak :)

Artık haftaya Italyan bir aileyle gecirdigim Paskalya maceramı anlatacagim.

:)

3.19.2010

Fıkra Gibi Anılar... Kültürlerarası diyalog !! Işte buna bayılıyorum…





Farklı kültürlerden insanlarla konuşmaya, onları kendi kültürel kimlikleri içinde tanımaya ve anlamaya bayılıyorum. Uzun bir süredir hep yabancı kültürlerden insanlarla yaşamaya, sosyalleşmeye alıştığımdan kendi çapımda çok güzel gözlemler ve analizler yapmaya başladım. Yer yer kendi kültürümle karşılaştırmalar yaptım, ortak ve farklı noktaları bulmaya çalıştım.

Yaklaşık 2 senedir dort kişinin ortak yaşadığı bir ögrenci yurdunda kalıyorum. O kadar farklı kültürlerdeki insanlarla yaşamaya alıştım ki anlatamam… her gecen gün çevremdeki yabancı arkadaşlarımdan onların kültürleri hakkında bir çok şey öğreniyorum ve o kadar güzel değişik şeyler ortaya çıkıyor ki… aklıma gelen, karşılaştığım değişik olaylar oldukça blogumda paylaşmak istiyorum.

Mesela bugun bolivya ve Valencia üzerine çok değişik şeyler öğrendim. Bir bolivyalı arkadaşımız bize bolivya’da insanlara çok farklı isimler takıldığını söyledi..
Hımm.. ne kadar farklı olabilir ki dedik ama duyunca gercekten de çok şaşırdık.

3.18.2010

TEZmania devil!!





artik masterin gerçek yüzüyle karşılaşmaya basladim: TEZ gerçeğie sıkıntısı!!

Lozan'da havalar isiniyor, gunes kendini de gostermeye basladi..hersey bole guzel guzel ilerlerken ben geceleri,sabahları ( çok abartılı olmasa bile) ya kutuphanede ya da evde ders calisiyor oluyorum. Artık kendimi daha iyi motive etmek için yeni yeni yollar icat ediyorum :) mesela : Havuç! evet evet bildiginiz turuncu havuç :) doktoraci arkadasim mine ve benim favori atıştırmalıgımız. gecelere kadar calistigimiz zamanlarda havuç yiyip stress atiyoruz. nedendir bilinmez ama havuç bizi bagay sardi buaralar.. belki içinizden "aman tanrim pinpine kafayi sıyırmaya baslıyor sanırım" diyebilrisiniz ama zor bu master olayı.. insan kendini oyalamak, motive etmek için garip garip şeyler deniyor olabiliyor. Mesela şuan bilegimde taktığım nazar boncugum. uzun zamandır hic takmıyordum ama artık yazı yazarken kolumdan cikarmiyorum :) haa birde unuttum elimdeki 1 litrelik EVIAN suyum da beni bu zamanlarda yanliz birakmiyor. Neyse, sadece öyle yazmak ve kafa dağıtmak istedim. Eger ayarlayabilirsem haftasonu muhtesem bir yere gidip guzel yazılarla geriye doneceğim.

ps: dün de su meşhur St. Patricks day idi.. happy St. Patricks day!!! :p

3.07.2010

Japon Impact- Fotografları



Japon Impact- Farkli bir pazar günü macerası...



Lozan'a geldim geleli pazar günleri kendimi evden dışarı atmaya, kapalı kapılar arasında kalmamaya calisiyorum. Genelde ya kendimi göl kenarinda buluyorum ya da arkadaslarımla dışarıda pazar gününün o kasvetli havasindan arınmak için birşeyler yapıyor oluyorum.. pazartesi gününe daha formda başlamak için kısacası pazar gününü dolu dolu geçirmek istiyorum..

Hava buz gibi lozan'da.. saat öglen iki.. evde kimse yok ve ben kendi kendime bugün neler yapsam yapsam yapsam diye düşünüyorum. Aklıma metroda gördüğüm Japon ımpact etkinliği geliyor ve hemen hazırlanıp yollara düşüyorum..

Kapıdan biletimi alıp, etkinliğin olduğu alana giriyorum.. VE Aman Allahım bu insanlar da ne böyle:)

3.02.2010

Gülümseten ve düşündüren Fotograflar...

Dün blogum için kenara ayirdigim bir dosya gozüme çarptı..2009 yılı Anadolu Ajansinin en iyi foto ödülleri..Yurdumdan insan ve olay manzaralari.. bazilari o kadar guzel ve anlamli ki..üstüne söz bile soylenemiyor.

Fotografçılık aslında o kadar zor bir meslek ki.. Bir fotograf karesinde birden fazla duyguyu anlatmak, izleyene birden fazla anlam ulaştırmak çok ama çok zor. Bu fotograflara bakarken eminim sizde çok uzaklara gidip, farklı duygular içine gireceksiniz. Iste sizi 2009 Anadolu ajansinin en iyi fotograflarıyla baş başa bırakıyorum... "fotografları hurriyet.com'dan aldim:)"


2.27.2010

mutlu olmak...





Depresif geçen bir cumartesi gününü nasıl daha anlamlı kılmalı??

Nasıl mı? Formul kolay..

Dolabı aç, elinde ne varsa ortaya koy ve içinden geldiği gibi kek yap! ( biz bu metodu şuan denemekteyiz...)

kakao,şeker,badem,elma,yumurta,un, süt ve birazda yaratıcılık.. işte hazır... :) Kekimiz fırında.. yanında birde dondurma koydun mu..offff insanın depresif ve bayık olmak gibi bir sebebi kalmıyor.

Kek fırından çıktı mı tadında bakıcaz.. birde yanında "2 days in Paris"filmi olacak :)


işte bu kadar kolay mutlu olmak :)

4/4 Doğum günü notlarım..







Sonunda doğum günümün son 4. günün anlatabileceğim.

son gün yani pazartesi günü italyan ve ispanyol ev arklarımla kız kıza Lavey Les Bains'e yani dağların yamacındaki termal kaplıcalara gittik :)

2.24.2010

Ahmet Örs'le Türk Mutfağı Üstüne...




Türk Mutfağının bilinmeyen yönleri....

Gurmelife.net icin yaptigim baska bir röportaj daha :)

2.23.2010

Super bir blog: Cafe Fernando..

Blog yazmaya karar vermeden once arkadaslarimla birlikte cikardigimiz ve her ay yemek kültürü üzerine yazdığımız bir site vardı: Gurmelife.net

Bir süre bu sitede köşe yazarlığı yaptım ve bundan çok keyif alıyordum. Bu sitede yayınladığım ve suan aktif olmayan bir çok yazi hala elimde.. Bazı kişiler için belki 2.baskı olacak ama ben yine Gurmelife'ta yazdığım bazı yazıları buradan sizinle paylaşmak istiyorum.

Bu köşe yazarlığını yaparken en zevk aldığım röportajlardan biri de Cenk Sönmezsoy'la yaptığım röportajdı. Kendisi bir çok yemek blog kategorisinde ödül almış, yurtdışındaki basında yapmış olduğu blogu ile kendinden bahsettirmiş önemli bir kişidir.

Aşağıda kendisiyle 2008 Aralık ayında yaptığım röportajı bulabilirsiniz. Cenk'in blogu hakkında detaylı bilgi almak isteyenler için adres: http://cafefernando.com/turkce/ Eger bu blogu bilmiyorsaniz... inanin bana cok sey kaybediyorsunuz...

2.20.2010

3/4 Doğum günün notlarim..


Yok yok hala bitmedi anlatacaklarim... dedim ya 25. yaş anısına 4 gün 4 gece kutladim doğum günümü...

Doğum günümün 3 günü yine ikinci ailem olan Italyan Elisa ve ailesiyle La Neuveville kasabasında geçti. Elisa'lar 200 senelik bir evde oturuyorlar :) şaka gibi değil mi? bu eve ilk geldiğimde 200 senelik olduğunu duyunca çok şaşırmıştım. Hatta aramizda acaba burada hayaletler var mıdır diye de düşünmedik değil :) 200 senelik bu ev kasabanın tam merkezinde. Aslında ev eskiden bir restoranmış, ve şuan ev haline getirilmiş. Zaten eve girdiğinizde o muhteşem italyan yemeklerinin kokusu ve evin konumu sizi bir restorandaymışsınız hissi veriyor.

Bu evi çok seviyorum :) Düşünsenize eviniz eskiden bir restoran ve şuan içinde siz yaşıyosunuz. Bir de Elisa'nın annesi o muhteşem yemekleri yapınca... uff...insan buradan ayrılmak hiç ama hiç istemiyor.

Elisa'nin annesi 25 yaşım için bana özel bir yemek yapacağını söylediğinde içim içime sığmadı ve merakla öğlen yemeği için neler yiyeceğimizi anlatmaya başladı..

Yupiieeeeee yine değişik birşey tadacağım :) Ne mi??? "fondue bourguignonne".

Fondü mü... yine mi peynir?? lütfen yine peynir olmasın lütfen... :)

Fondue bourguignonne, ismini hiç ama hiç duymadım. Bu yemeğin peynir yerine et olduğunu duyunca çok sevindim ve kendimi yine mutfakta buldum!!



Elisa'nın annesi muhtesem bir insan. Sabah 4'te kalkıp bize et ile birlikte yememiz için evde 4 çeşit mayonez yapmış: sade & sarımsaklı & kokteyl sos & maydanozlu! Ileriki günlerde mutlaka bu mayonezin tarifini almak ve buradan sizinle paylaşmak istiyorum.Mayonezlerin yanı sıra yine fondüye eşlik edecek olan bir çok salata yapmış kadincagiz...Havuç salatası & Arpa Salatası & Yeşillikler & domates salatası & patates salatası.. :)








Gelelim Fondümüze... Fondue bourguignonne özel bir fondü tenceresine kızgın yağ konularak servis edilen bir yemek. Tabağınıza pişmemiş et parçalarını, fondü çatalına batırıp kızgın yağın içine koyuyorsunuz ve etin pişmesini bekliyorsunuz. Genelde mayonezli sosların eşliğinde yenen bu yemek bence muhteşem birşey. Peynirli fondünün aksine daha rahat yenilen bu yemek benim doğum günüm 3 gününde gerçektende çok güzel bir süpriz oldu.


2/4 Dogum günü notlarim..


Dedim ya bu sene dogum gunumu tam 4 gun 4 gece kutladim :)
dogum gunumun ikinci gununde Italyan kankam Elisa'nın evine kalmaya gittim. Ailesinin bana bircok dogum gunu suprizi vardı. Cuma aksami eve gec donmus bir dogum gunu cocugu olarak, ertesi gün oglen 12'de dağ evindeki bir ciflikte fondu yemege davetli oldugumuzu duyunca acikcasi sok oldum. Neden mi..? Buyrun anlatayım...

Fondu gercektende ama gercekten de cok agir bir yemek. Hele gec yatıp gec kalkan bir insanin maksimum oglen 3-4 te yemesi gereken bir yemek. Ama ben ne yazik ki bunu oglen tam 12'de yemek zorunda kaldım :)

Sabah 9.30'da Lozan'dan yola cikip Bern Kantonundaki La Neuveville kasabasının sırtlarında bulunan büyük bir ciftlige gittik. Gittigimiz aile bu yörenin eski ailelerinden ve 100% Isvicre'li olan insanlardı :) 100% diyorum çünkü Isvicre'de 100% Isvicreli bulmak ve tanımak gercekten de zor olan birsey.. neyse ben size bu çiftliği anlatmaya calisayım.

Ciftlik cok buyuk ve aile senelerdir burada süt & peynir & hayvan yetistiriciligi yapiyorlar. Gittigim bu yerde neredeyse 99 tane inek vardı :) Inanin bana sabahın köründe bu kadar inegi gormek ve onların kokusunu duymak insanın midesini cok ama cok kaldiriyor... Ama yine de Isvicre'ye gelip yerel bir ailenin evine hele hele bu işle ugrasan bir aile ile tanısmak benim icin cok ama cok eglenceli ve guzeldi.




Eve vardigimizda evin babasi geleneksel olan domuz sosisi yapim isiyle ugrasıyordu :) sabah sabah midem kaldirmadigi icin onların yanına gitmeyi tercih etmedim ve evin en sevdigim mekanına yani mutfaga gidip, evin annesiyle ( 75 yaşında :) konusmaya ve fonduyu hazırlamaya basladik.

Fotografta da goruldugu gibi fondu peynirini önceden hazır olan şekilde almadık. Bu aldigimiz peynir gercektende cok özel ve muhtesem lezzetli olan bir peynirdi. Yine Italyan kankam sayesinde keşfettiğimiz bu peynir yemekte herkesi büyüledi. Fondü'yü yapmak icin beyaz şarabı, muskatı, sarımsagi ve gizli maddemizi ( bunu sır gibi saklıyoruz...bu madde fondü peynirine muhtesem bir kıvam veriyor) hazırlayıp ve Elisa ile evin kızları olarak fondü yapımına başladık. Ben giderek bu fondü işini sevmeye başladım, :) artık Elisa kadar güzel fondü yapmayı ögrendim... Yuppie!





Sonunda masamiz hazır...Şarabımız, ekmegimiz, patateslerimiz ve kirch (kirş) bizi bekliyor...

Bu yemekte beni şaşırtan birşeylerden biri de Isvicre'li teyzenin bize fondü yanında Ananas ikram etmesi oldu. Fondü yerken bunalma ihtimaliniz yüksek oldugu için arada ananas yiyip içinizi ferahlatıyorsunuz :)

Günün sonu: Lezzet süperdi.. Ortam cok sıcakti ama fondu çok ama çok ağır geldi sabah sabah :) Isvicre'li bir aile ile 25.yaş günümün ikinci gününü geçirmek güzel bir anı oldu benim için...

Ee.. yarin ne yiyoruzzz?? :)

2.18.2010

Yeni Lezzetler tatmak, bir de üstüne Ceyrek asirlik insan olmak..

12 Şubat günü 25. yaş doğum günümü Lozan'da ailemden uzak, arkadaşlarimla kutladim. Bu dogum gunum gercekten de cok farklıydı. Hayatimda daha önce tatmadığım yemeklerden tadıp, arkadaslarımla çok guzel vakit gecirdim. Neredeyse 4 gun üst üste dogum gunu kutlamıs oldum :) Bu yaşıma galiba biraz şansli olarak mi giriyorum ne?..

Gecen seneki dogum gunlerimin tersine bu sene farkli birseyler yapalim diye dusunduk. Doğum gunumun ilk günün de en yakin arkadaslarimla Lozan'da Tunus muftagini kesfetmeye karar verdik. Bu zamana kadar Lubnan mutfagini tatmistim ama Tunus mutfagi benim icin bir ilk olacakti.

Bu restorana gitmeden önce kısa bir arastirma yaptim. Tunus mutfagi bizim Turk mutfagina benzer bir yapiya sahip. Bizim gibi et ve sebze ağırlıklı olan bu mutfak da bir sürü meze, kebap ve sulu yemek çeşitleri bulunmakta. Asıl en bilinen ve avrupa'da favori olan yemekleri Tagine( tajin) ve Couscous (kuskus) olduğunu öğrendim ve bir an önce bu lezzetleri tatmak icin Lozan'daki "Au couscous" adlı restoranda rezervasyon yaptirdim.

Mekan çok da abartılı olmayan "orientale" stilde dizayn edilmisti. Acıkcasi dekorasyon bence çok daha iyi olabilirdi ama yedigimiz yemekler o kadar guzeldi ki biz dekorasyona takılıp kalmadık bile :)



Gelelim neler yedigimize. Ben tabiki de şu mehşur Couscous'u tercih ettim. Couscous bizim bildiğimiz kuskus makarnası gibi birşey değil. Bu daha çok bizim ince bulgura benzeyen bir yemek. Ayrıca pişirilme bakımından bizim alışık olduğumuz yöntemlerle hazırlanmıyor. Kuskusu hazırlamak icin özel el yapımı çömleklerde buharlı bir yöntemle pişiriyorlar. Genelde kuskus bol et ve sebzeden oluşan bir karışımla servis ediliyor. Kuskusu ıslatmak ve lezzetini arttırmak için genelde yemekle beraber sebze ve et suyu geliyor. Yemeğinizi daha da lezzetlendirmek için bir kaşık bu sudan koymaniz gerekiyor.
Benim yediğim kuskus koyun eti parçalı olan kuskustu ve gerçekten de çok güzeldi. Diğer arkadaşlarım köfteli kuskusu tercih etti ki bence o daha da güzeldi :)



Tunus mutfaginin ikinci önemli yemegi Tagine ( Tajin). Kuzey afrika ülkelerinin mutfaklarında kullandıkları ortak bir kavram. Tagine adını yemeğin yapıldığı kaptan alan bir yemek. Ters huni şeklinde ve toprak seramikten oluşan bir servis tabağı olan tagine, İçine sıcak sulu yemek ve kuskus konularak servis ediliyor. Biz daha bu yemekten tatmadik ama yan masadaki yemegi bayag bir inceleme şansı elde ettik!!

Gelelim size bahstemek istedigim üçüncü tunus lezzetine: Merguez. Ben buna bayıldım! Merguez bol baharattan yapılmış olan bir sosis çeşidi. Bizim sucuk tadında olup bildiğimiz sosis kalınlığından daha ince olan bir et. Genelde kuskusun yanında veriliyor ve gerçekten de çok lezzetli.

1.28.2010

Le Père Lachaise Mezarlığı : Paris’te zamanın durduğu yer…




Dünya’nın en romantik şehirlerinden biri olan Paris’te her normal insanın tatilde görmesi gereken o güzelim sanat eserleri, kafeler, butikler, pasajlar yerine ben neyi tercih ettim ? Bir mezarlığı mı ??? Evet ☺ Itiraf ediyorum ki ben farklılığı, ilginç olanı seviyorum. Paris’teki son günümü mehşur bir mezarlıkta, yani Le père Lachaise’de geçirdim. Sıcak yaz gününde şehrin bir ucunda bulunan ve Paris’in en büyük mezarlığı olan bu yeri arkadaşlarım Damla ve Öznur’le gezdim.

Garip bir duygu burayi gezmek… Sehrin o gürültülü ve kaos ortamından sonra burası gerçekten de insana huzur veriyor. Etraf sanki bir açık hava müzesi gibi. Bu mezarlığı gezmemin önemli bir sebebi var. Kitaplarda eserlerini okuduğumuz, medyada isimlerini duyduğumuz önemli kişilerin mezarları var burada. Mezarlık o kadar büyük ki…. Elinizde harita olmadan çok çabuk kaybolabilirsiniz. Bu yüzden ilk işimiz büyük haritayı elimize almak ve burada Turk var mı yok mu diye bakmak oldu ve sonunda 3 Turk ismine rastladık : Yılmaz Guney, Ahmet Kaya, Mustafa Aktaş( bu kişinin ünlü olup olmadığını bilmiyoruz ☺.

Girer girmez aslında burayı gezmenin çok da garipsenecek bir durum olmadığını görüyorum. Etraf turist kaynıyor.Herkes elindeki haritayla sanki saklı bir hazine arıyormuş gibi bir o yana bir bu yana mezarlık arıyor ve bizde kendimizi bu rituelle kaptırıyoruz…

O kadar farklı mezarlar var ki burada… En eski stildeki yapılardan en modernine kadar değişik değişik stiller de mezerlıklar var. Ben butun çektiğim fotoları koyamayacağim ama yine de genel bir görünüm için bazı fotoları koymak istiyorum.


Mezun olmus bir grup sosyoloji öğrencisi olarak burada görmek istediğimiz bazı ünlü sosyologların mezarlarını arıyoruz.. Bizi en çok şoka uğratan ünlü Fransız sosyolog, Pierre Bourdieu’nün mezarı. Diğer mezarlara gore abartıdan uzak…çok ama çok yalın bir mezar taşı var Bourdieu’nün. Bu kadar ünlü birinin böyle bir mezarda olması açıkçası bizi etkiliyor.




Elimizden geldiğince ünlü olan kişilerin mezarlarını gezmeye çalışıyoruz. Yer yer girdiğimiz dar ve ıssız sokaklar bizi bu mezarlıkta korkutuyor ve hızlı hızlı yollarda ilerliyoruz…Sonunda Moliere ve La Fontaine ’in mezarlığını buluyoruz ve sessizlik içinde bu iki ünlü yazarın mezarına bakıyoruz…





Buradaki bütün ünlü kişilerin ismini yazmam zor.. ama şunu söyleyebilirim ki, Paris’e geldiğinizde bir kere bile olsa buraya uğrayın.. Insan kendi zaman tünelinde… hatta zamanın durduğu bir anda hissediyor.. Kimileri için garip de olsa burayı sevdim ve huzur buldum.. Insan burada herşeyin dünyada yalan olduğunu, herkesin tek bir sonu olduğu gerçeğini bir daha anımsıyor.


Umarım herkes benim gibi buraya bir gün gider ve buranın büyüsünü, sessizliğini ve ihtişamını bir de yakından görür…