2.23.2010

Super bir blog: Cafe Fernando..

Blog yazmaya karar vermeden once arkadaslarimla birlikte cikardigimiz ve her ay yemek kültürü üzerine yazdığımız bir site vardı: Gurmelife.net

Bir süre bu sitede köşe yazarlığı yaptım ve bundan çok keyif alıyordum. Bu sitede yayınladığım ve suan aktif olmayan bir çok yazi hala elimde.. Bazı kişiler için belki 2.baskı olacak ama ben yine Gurmelife'ta yazdığım bazı yazıları buradan sizinle paylaşmak istiyorum.

Bu köşe yazarlığını yaparken en zevk aldığım röportajlardan biri de Cenk Sönmezsoy'la yaptığım röportajdı. Kendisi bir çok yemek blog kategorisinde ödül almış, yurtdışındaki basında yapmış olduğu blogu ile kendinden bahsettirmiş önemli bir kişidir.

Aşağıda kendisiyle 2008 Aralık ayında yaptığım röportajı bulabilirsiniz. Cenk'in blogu hakkında detaylı bilgi almak isteyenler için adres: http://cafefernando.com/turkce/ Eger bu blogu bilmiyorsaniz... inanin bana cok sey kaybediyorsunuz...



Cenk Sönmezsoy & Cafe Fernando Röportajı


Son senelerde yemek blogları ve yemek siteleri büyük bir artış gösterdi. İnternetteki bloglara bakınca yemeğe ve yemek tariflerine olan ilgimizin ne kadar büyük olduğunu ve bu ilginin giderek arttığını görmekteyim, inanıyorm ki bunun sizde farkındasınızdır. Bu kadar çok yemek blogunun olduğu internet ortamında gerçekten de farklı bir site bulmak ve işini ciddiye alarak yapan yemek severleri bulmak çok zor bir iş. Ama bu yaz şans eseri çok hoş ve ciddi bir emekle yapılmış olan bir blog keşfettim. Site gerek samimiyetiyle, gerekse içeriğiyle beni çok etkiledi ve giderek bu sitenin büyük bir takipçisi oldum. Sizi fazla meraklandırmadan asıl konuya yani Cafe Fernando’nun kurucusu ve en iyi blog ödülüne sahip olan Cenk Sönmezsoyla yapmış olduğum roportaja donmek istiyorum. Kendisiyle yapmış olduğum bu samimi roportajı cok seveceğinizi düşünüyorum.

Merhaba Cenk, genel olarak bana biraz kendinden ve yemek yapmaya olan ilginin nasıl başladığından bahsedebilir misin?

- Bilkent Üniversitesi İşletme bölümünden mezun oldum. Ardından University of San Francisco’dan İşletme Yüksek Lisansımı aldım. San Francisco’nun İtalyan restoranları ve cafeleriyle dolu North Beach bölgesinde butik bir halkla ilişkiler ajansında uzun seneler çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndüm.Şuan babamın 40 sene önce kurduğu reklam ajansında Müşteri İlişkileri Direktörü olarak çalışıyorum. Eskiden olsa reklamcıyım derdim ama artık yemek yazarı ve fotoğrafçısı demek daha çok hoşuma gidiyor.

Yemek yapmaya olan ilgim üniversite yıllarında başladı. Şehirden uzak yurt ortamında yavaş yavaş yemek yapmasını öğrendim. Bir süre sonra bu tekdüzelikten sıkılınca yeni şeyler öğrenme ihtiyacı doğdu. Ben de telefona sarılıp annemle konuşa konuşa yemek yapmasını öğrendim. Ardından Amerika’ya yerleşince bu ihtiyaçtan doğan merak başka bir boyut kazandı. Sanırım yaşadığım şehrin birçok kültürü bir arada barındıran San Francisco olmasının bunda büyük bir payı var.

Yapmış olduğun blog yemek tutkunları için çok güzel bir arşiv değerinde oldu. Gerek Türk gerekse yabancı basında blogun hakkında yazılar çıktı ve böylece bir çok yemek tutkunu tarafından takip edilmeye başlandın. Ve sonunda da en iyi blog ödülünü aldın. Seni diğerlerinden ayıran en önemli şey nedir?

- Beni diğerlerinden ayıran özellikler değil de Cafe Fernando’yu özel yapan şeyler nedir dersek o zaman öncelikle yaptığım işleri çok sevmem diyebilirim. Yemek yapmak, fotoğraf çekmek , yazı yazmak ve sitenin tasarımıyla ilgilenmek bana büyük keyif veriyor. Sitede yayınlanan bütün tarifler defalarca denenip üzerinde çalışılmış tarifler. Beni en çok mutlu eden şey okurların tariflerimi takılmadan yapabildiklerini ve sonuçta ortaya çıkan yemeği de çok beğendiklerini duymak.

Bir de her zaman tarifin arkasında bir hikaye olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece fotoğraf ve tarif yayınlamaktansa o tarifin nasıl çıktığını, ne gibi aşamalardan geçtiğini ya da mesela içindeki meyvenin nereden geldiğini eklemek yazıyı daha ilginç bir hale getiriyor. Sanırım bu da insanların hoşuna giden bir özellik.


Blogunda en dikkat şeylerden biri de bütün yorum yapanlara birebir cevap veriyorsun. Bu biraz yorucu değil mi? Blog yazmanın sence olumlu- olumsuz yanları neler?


- Çok yorucu değil. Ben de yemek pişirmesini sıfırdan öğrendiğim için okuyanların sorularını elimden geldiğince detaylı bir şekilde cevaplamaya çalışıyorum.
Blog yazmanın olumlu bir sürü yanı var. Her şeyden önce kendimi çok büyük bir ailenin parçası gibi hissediyorum. Blogum aracılığıyla dünyanın dört bir yanında bir sürü yemek tutkunu arkadaş edindim. Bugün nereye gidecek olsam bir email atmam yeterli. 24 saat içinde hangi restoranlarda yemem lazım, hangi marketleri dolaşmak gerekir, en iyi mutfak malzemeleri satan dükkanlar hangileri liste halinde gelir. Yemek blogcusu arkadaşlarımdan daha iyi bir kaynak düşünemiyorum. Onun dışında, hayranı olduğum birçok yemek yazarı ve aşçıyla tanışma fırsatı yakaladım. Kitaplarını karıştırdığım insanlar bir bakmışım bloguma yorum yazıyor. Eskiden köşesini okuduğum bir yemek yazarı gelmiş mutfağımda ben yemek pişirirken notlar alıyor. Bunlar birkaç sene öncesine kadar benim için hayal edilebilecek şeyler bile değildi.


Peki blogdaki yemek tariflerini seçerken nelere dikkat ediyorsun? Öncelikli olarak Türk damak tadına uygun olmasına mı önem veriyorsun yoksa aradığın farklı özellikler var mı?



-Çok fazla sayıda dergi ve blog takip ediyorum. Bunlara ilaveten bir de her ay gelen kitaplar var. Bunları okurken gözüme takılan tarifleri işaretliyorum. Türk damak tadına uygun olması benim için pek önemli değil. Benim için en önemli şey mevsimsellik. Mesela şu anda nar mevsimi dolayısıyla farklı denemeler yapıp içime en çok sinen iki tarifi paylaştım bile.


Yemek yapmak sende neyi çağrıştırıyor? Yemek yapmak senin için nedir? Bana biraz bundan bahsedebilir misin?


Mutfağa terapi olsun diye girmiyorum. Yemek yapmak beni dinlendirip rahatlatıyor ama sebep o da değil. Sadece yemeğe çok düşkünüm ve ağzımın tadını da bilirim. Zaten bu yüzden yemek yapmaya başladım. Ama bu demek değil ki doymak için yemek yapıyorum. Bende yemek konusunda önüne geçilemeyen bir merak var. Herkes yatarken roman okur ben yemek kitabı karıştırıyorum. Bir kek neden kabarır, karbonatla kabartma tozunun arasındaki fark nedir, bunlar bile ilginç geliyor. Bir de insanları doyurmak hoşuma gidiyor. Zaten mutfakta ne hazırlasam benden çok arkadaşlarım yer. Ağızlarına atıp suratlarındaki gevşemeyi görmek beni mutlu ediyor.


İleride kariyerini yemek sektörüne doğru yönlendirmek istiyor musun? Blogundaki yorum yapanlardan anlaşıldığı üzere, senin cafe açman yönünde çok talep var. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?

- İlerisi için başka bir kariyer düşünemiyorum bile. Yazı yazmak, fotoğraf çekmek ve yemek pişirmek bana büyük keyif veriyor. Bunu amatör olarak yaptığım için herhangi bir sorumluluğum yok. Patron benim. Fakat kariyer olarak düşündüğümde işin içine başka faktörler de giriyor.
Geçmişte bu yönde Türkiye’de attığım adımlar maalesef beni pek motive etmedi. Türkiye’deki dergi ve gazetelerin telif konusundaki tutumları ve imkanları benim istediğim projeleri hakkını vererek gerçekleştirmem için uygun değil gibi gözüküyor. Zaten yer kısıtlaması olmadan, okuyanlarla birebir iletişimde kalarak yazılarımı yazabildiğim ve fotoğraflarımı paylaşabildiğim bir sitem var. İlerisi için blogumu geliştirip daha sık yazı yazmak ve kafamdaki birkaç fikri kitap haline getirmek planlarım arasında.

Bir müessese sahibi olmak ise büyük sorumluluk. O yüzden cafe açmak şu anda bana çok uzak.




Peki ailende yemek yapmaya senin kadar düşkün olan biri var mı? Ailen yapmış olduğun blog hakkında nasıl yorumlar yapıyor?




- Annem dışında herkes düşkün. Babam daha çok alışveriş kısmına düşkün. Hiç üşenmez, şehrin bir ucundan öbür ucuna malzeme almak için gider. Abim de sık sık mutfağa girer. Hepsinin eli çok yatkındır.
Ailem ilk etapta zamanımı boşa harcadığımı düşünüyordu ama gösterilen ilgiyi görünce onlar da taktir etmeye başladı. Babam San Francisco Chronicle’da çıkan yazıyı arabasında dolaştırıyor. Annem ise hala okurların blogumu neden bu kadar ilgiyle izlediklerine anlam veremiyor.


Yemek yaparken kalbinin sesini mi dinlemeyi tercih edersin yoksa belirli kalıplara sadık kalıp, tarifi olduğu gibi yapmayı mı?


- Her ikisi de. Tatlı söz konusu olduğunda ilk denemede olabildiğince tariflere sadık kalmaya özen gösteriyorum. Ardından sonuca göre daha sonraki denemelerde bazı değişiklikler yaptığım oluyor. Tatlı dışında ise daha özgür davranıyorum.
Mesela yemek yaparken özellikle tercih ettiğin birşey var mı? Yani tek başına mı yemek yapmayı seversin ya da müzik eşliğinde mi yemeğini hazırlamak istersin?
-Özellikle tercih ettiğim bir şey yok. Tek başıma yemek yaptığımda dinlendiğimi hissediyorum. Arkadaşlarımla yemek yapmak ise ayrı bir keyif.

Yaptığın en anlamlı en özel yemek neydi?


-Yaptığım en anlamlı ve özel yemek San Francisco Chronicle gazetesi yazarı Janet Fletcher için yaptığım karnıyarık, bulgur pilavı, börek, maş fasulyesi piyazı ve Maraş dondurmalı irmik helvası menüsüydü. Bu kadar sene sonra İstanbul’daki mutfağımdan San Francisco’daki arkadaşlarıma ve tanımadığım daha birçok kişiye bu şekilde merhaba demek bugüne kadar hayatımda yaşadığım en büyük mutluluktu.

Sence güzel bir sofra ne demektir? Hayalindeki ideal yemek sofrası nasıl olmalı?


Bence güzel bir sofra mevsimi yansıtan malzemelerin birbirleriyle ahenk içinde bulunduğu bir sofradır. Hayalimdeki sofra da mevsimine göre değişiklik gösterir. Yaz aylarında mangal keyfi yanında farklı salatalar ve dondurma çeşitleri, sonbaharda ve kış aylarında da çorba sonrası uzun süre pişmiş et yemekleri ve kök sebzelerle yapılmış püreler benim için ideal. Bir de her mevsim beni mutlu edecek şey akşam yemeği yerine kahvaltı etmek. Sabahları yemek yeme alışkanlığım olmadığı için çok seviyorum galiba.

Blogundaki fotograflara bakınca bu işi ne kadar ciddiye aldığını ve ne kadar severek yaptığını görebiliyoruz. Merak ettiğim birşey var, yemeklerin fotograflarını cekerken özellikle konsepte uygun olsun diye aksesuar alıyor musun? Ya da özellikle yurtdışındayken veya farklı bir yere gittiğinde mutfağın için alışveriş yapar mısın? Eğer evetse, mutfağın için aldığın ve kullanmaktan zevk duyduğun bir aksesuar/ mutfak aleti var mı?



- Blogumu hazırlamaya başladığımdan beri her gittiğim yerden aksesuar topluyorum. Bunun bir sonu olmadığını fark ettiğim için artık kendimi durdurmaya çalışsam da başaramıyorum. Bir sürü tabak, çanak, mutfak aleti ve kumaşım var. Hepsi tek parça ama çeşit bol. Yeni şeyler almaktansa bit pazarlarını dolaşmak bana daha büyük keyif veriyor. Özellikle spatula almayı seviyorum.


Türk mutfağı hakkında neler düşünüyorsun? Bunun dışında özellikle tercih ettiğin farklı bir mutfak var mı?


Topraklarımız tarihte birçok kültüre ev sahipliği yapmış, dolayısıyla mutfağımız çok zengin. Coğrafyası sebebiyle de her bölgenin kendine has yemekleri ve pişirme usulleri var. Üç tarafı denizle çevrili olduğu için de envai çeşit balık var. Bu bolluk ve zenginlik başka hiçbir ülkede yok. Zaten Türk mutfağı Fransız ve Çin mutfağıyla birlikte 3 ana mutfaktan biri kabul edilir. Ben de böyle bir kültüre sahip bir ülkede doğduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.

Türk mutfağı dışında Japon, Çin, Hint, Meksika, İtalyan ve Tayland mutfaklarını çok seviyorum.
Ben her ay köşemde okurlara farklı lezzetleri tadabilecekleri mekanlar öneriyorum. Seninde okuyuculara İstanbul’da farklı lezzetleri bulabilecekleri bir mekan önerebilir misin?

Beyti, Hünkar, İskele, Tahtasaray ve Balıkçı Sabahattin benim en sevdiğim restoranlardır. Farklı bir lezzet için de Pera Thai’yi öneririm. Tatlı konusunda da Baylan ve Art Cafe en sevdiğim pastanelerdir. Dondurma için de en iyi adres İstiklal Caddesi’ndeki Cremaria Gelato. Çikolata ve Şam fıstıklı çeşitleri İstanbul’da yediğim en lezzetli dondurmalar.


Ve son olarak Cenk’in bizimle paylaşmış olduğu yemek tarifiyle sizi baş başa bırakıyorum.


KARNIYARIK





4 kişilik
Malzemeler
4 adet orta boy patlıcan
250 gram kıyma
1 adet büyük soğan, küp küp doğranmış
2 adet domates
2 adet sivri biber, ortadan ikiye kesilmiş
Tuz, karabiber
2 diş sarımsak
Yarım su bardağı kaynamış su
1 çorba kaşığı domates salçası
Kanola (veya ayçiçe) yağı
1 çorba kaşığı şeker
2 çorba kaşığı zeytinyağı
Yapılışı
Orta boy bir tavada ince doğranmış sarımsakları 1 çorba kaşığı zeytinyağıyla kavurun.
Soğanı ekleyip kavurmaya devam edin. Piştikten sonra bir tabağa alın ve kenarda bekletin.
Aynı tavada 1 çorba kaşığı zeytinyağı ile kıymayı kavurmaya başlayın.
Yaklaşık 15 dakika sonra tabağa aldığınız soğanları ekleyin, domateslerden birini karışımın üzerine rendeleyin, yarım çorba kaşığı salçayı, tuzunu ve karabiberini ekleyip domatesin suyu buharlaşana kadar pişirin.
Patlıcanları saplarını koparmadan alacalı soyup 30 dakika tuzlu suyun içinde bekletin.
Bir tencereye 5 cm derinliğinde kanola veya ayçiçek yağı döküp kızmasını bekleyin.
Fırınınızı 200 derecede ısıtmaya başlayın.
O sırada patlıcanları iyice kurulayın.
Patlıcanları iki seferde kızartıp kağıt havluyla fazla yağını çektirin.
İki kaşık yardımıyla patlıcanları ortalarından yarın.
1 çorba kaşığı şekeri patlıcanlar arasında pay ederek açtığınız yarığa dökün.
Ardından patlıcanları içle doldurun.
Üzerine yarım su bardağı kaynamış suyla incelttiğiniz yarım çorba kaşığı salçayı dökün, her patlıcanın ortasına yarım sivri biber ve bir dilim domates yerleştirip fırına verin.
Üzerine döktüğünüz salçalı suyun buharlaşıp azalmaya başladığını gördüğünüzde fırından alıp servis yapın (yaklaşık 15 dakika).

1 comment:

protein tozu said...

ben az tuz kullanıyorum artık. ellerine sağlık çok güzel. yemek yemek bi sanat benim içinn.